Senin şu Antti adından da anlaşılabileceği gibi bugüne kadar kendinle özdeşleştirdiğin ve şimdi parçalanmakta olan değerlerin, ideallerin antisi olmasın dedi terapistim. Antti'nin marksist olmayan ve hatta siyasetle bir ilgisi olmayan ilk erkek arkadaşım olduğunu söylememistim oysa daha.Antti gerçekten de anti-Özge mi? Uzakdoğu felsefesiyle ilgilenen, dövüş sporları yapan, kendini bir tür Budist olarak tanımlayan, yeşillere oy veren, organik besinlerle ve binumum Çin çaylarıyla beslenen, içki içmeyen bir adam. Ben bunların hiç birini anlatmadan nasıl anladı peki Antti'nin antiliğini?
Benzer bir şekilde annemin ateşli bir eski Maocu olduğunu, 70li yılları hep bir tür bayram yeri gibi coşku ve özlemle andığını, devrimci geçmişinden gurur duyduğunu söylemeden daha nasıl pat diye "annen ideallerle özdeş" dedi ve ekledi "ve sen annenin, bizim kuşağın ideallerini taşımaya çalışıyorsun, oysa her kuşak kendi idealleriyle hesaplaşmalıdır"
Öyleyse annem sürekli beni yargılayan, pataklayan, suçlayan üst sesin kanlı canlı hali mi?
Ancak ondan sonra anlattım İngiltere'ye gelip Antti'yle hayatımızı gördüğünde bir tür şaşkınlık ve sitemle "hayret, ben senin siyasetle, mücadeleyle içiçe, hareketli bir hayatın olacağını düşünmüştüm, oysa sen burda küçük, sakin bir hayatla mutlu gibisin" dediğini. Yumruk yemiş gibi olmuştum bunu söylediğinde, "sen böyle değildin, bu hayata nasıl fit oldun" diyordu annem.
Haftalarca, aylarca kendimi sorguladım sonra, acaba yanlış bir hayat mı yaşıyorum diye kendimi yedim, benim bu küçük İngiliz kasabasında ne işim vardı?, mutlu muydum gerçekten, yoksa kendimi mi kandırıyordum? Daha politik, daha sosyal, daha aktif olmam gerekmez miydi?
İşte üstses anne formunda konuşuyor, ya da anne üstses formunda. Oysa kim tayin ediyor benim nasıl olmam, nasıl yaşamam gerektiğini; neyden hoşlandığımı, ne istediğimi, neyin beni mutlu edeceğini kim bilebilir ben bile bilmezken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder